Milli Mücadelenin Batı Cepheleri (III)

Sadık Sarısaman, Çağla Derya Tağmat, Veysi Akın, Behçet Kemal Yeşilbursa, Tuğba Eray Biber, Seher Erdoğan Çeltik, FUat İnce, Oğuz Aytepe, Savaş Volkan Genç, Feyza Kurnaz Şahin, Nagihan Ebru Cambaz, Şaduman Halıcı, Mehmet Emin Elmacı, Kemal Arı, Mustafa Turan, Yaşar Aydemir, Fatih Yerdemir, Tuğba Ortaç

Dr. Mustafa Çalık (Başyazı)

Yaz Mektubu

Bu sayı ile birlikte “Millî Mücâdele’nin Batı Cepheleri” olarak tanzim ettiğimiz üç sayılık müteselsil “dosya”yı, eksiği ile gediği ile tamamlamış olmayı ümit ediyoruz.

MAKALELER

Mondros Mütarekesi sonrasında Anadolu’nun çeşitli bölgeleri yabancı güçler tarafından işgal edilmiştir. Bu işgallere cephe açmak zarureti ortaya çıkmıştır. Ermenilerle birlikte hareket eden Fransızlarla Güney Cephesinde mücadele edilmiştir. Bu cephede mücadele ağırlıklı olarak Kuva-yı Milliye faaliyet göstermiştir. Maraş 11 Şubat 1920 tarihinde, Urfa 10 Nisan 1920 tarihinde Fransız işgalinden kurtarılmıştır. Antep ise bir yıla yakın devam eden mücadelesinde 9 Şubat 1921 günü teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi şehir içerisinde Fransızlarla çatışmalar devam ederken 6 Şubat 1921 tarihinde bu şehre “Gazi” unvanını vermiştir. Doğu Cephesinde ise topraklarını Türkiye aleyhine genişletmek isteyen ve sürekli sınır ihlalleri yapan Ermenistan ile savaşıldı. Kazım Karabekir Paşa Doğu Cephesi Komutanlığına getirildi. Karabekir Paşa’nın Ermenistan’a karşı başlattığı askeri harekât neticesinde 29 Eylül 1920 tarihinde Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars geri alındı. Türk ordusu Gümrü, Ahıska ve Ahılkelek’i de zapt etti. Ermeniler barış isteyince 2/3 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma TBMM Hükümeti’nin imzaladığı ilk anlaşma özelliği taşımaktadır…

Birinci Dünya Savaşı, kaybedenleri için büyük bedellerin ödendiği, 20. yüzyılın ilk küresel savaşıydı. İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı Devleti’nin bu büyük savaşa girişi daha önceki savaşlarda kaybedilen toprakları geri alabilme umuduyla gerçekleşirken, savaşın asıl nedeni Batılı devletlerin yeni hammadde, pazar arayışları ve “Doğu Sorunu”ydu. 1914-1918 yılları arasında savaşta, İttifak Devletleri’nin yanında aktif olarak yer alan ve pek çok cephede savaşan Osmanlı Devleti ile savaşa 1917 yılında İtilaf Devletleri safında dâhil olan ve daha çok Makedonya cephesinde savaşan Yunanistan, savaş esnasında karşı karşıya gelmemiş ancak savaş sonunda yapılan yeni planlar, Yunanistan’ı bir zamanlar egemenliği altında yaşadığı Osmanlı Devleti’nin karşısına bambaşka bir rolle çıkarmıştı. Paris Barış Konferansı her iki devlet için de bir milat olmuştu. Bu konferansta İtalya gözden düşerken, Yunanistan İtilaf Devletlerinin jandarması rolünü üstlenmeye hazır, itaatkâr ama bir o kadar cüretkâr bir duruş sergiliyordu. Bu duruş, Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos’un siyasi karizması, ikna yeteneği ve istediğini nasıl alacağını bilme kabiliyetinin bir yansımasıydı. Uzun süren konferans boyunca Venizelos, 1919 yılının Mayıs ayında İtilaf Devletlerinden istediğini alabilmenin mutluluğuyla Megali İdea merdiveninden bir basamak daha çıkmayı başarmıştı. Bu basamak İzmir’di. Ancak bu basamak henüz son basamak değildi. Daha kat edilecek yol vardı…

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 18 Ocak 1919 tarihinde 32 devletin katılımı ile başlayan Paris Barış Konferansı ve burada alınan kararlar çerçevesinde 18-26 Nisan 1920’de, Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Osmanlı Devleti ile yapılacak olan Sevr Antlaşması’nın şartlarını hazırlamak için İtalya’da toplanan San Remo Konferansı’nda, Anadolu’nun paylaşım tasarıları ele alınmıştır. Aynı zamanda burada Türklerin alınan kararlara karşı durması halinde kuvvet kullanılması konusu üzerinde durulmuştur. Alınan açık ve gizli kararlar çerçevesinde Yunan ordusu, 15 Mayıs 1919’da başlattığı Batı Anadolu’yu işgal etme sürecinde, 22 Haziran 1920 tarihinde “Milne Hattı”na kadar ilerlemiş, 24 Haziran’da Alaşehir, 30 Haziran’da Balıkesir, 2 Temmuz’da da Mustafa Kemalpaşa ve Karacabey’i işgal ederek Bursa önlerine kadar gelmiştir. Bu süreçte Yunan ordusu karşısında lojistik ve eğitim bakımından güçsüz olan kuvayımilliye birlikleri, Batı Anadolu’da işgale karşı direnmiş ve mücadele etmiş ancak yeterli olamamıştır…

Mllî Mücadele döneminde, Sakarya Savaşı sonrası gerçekleştirilen yoğun diplomasi girişimleri, İtilaf Devletlerinin izledikleri politika sebebi ile Türk Milletinin Misâk-ı Milli umdelerini temin etmeye yeterli olmamıştır. Nitekim 1922 yazı geldiğinde son diplomatik çabaların da netice vermeyeceği anlaşılınca Türkiye askerî hazırlıklarını artırarak, meselenin cephede çözümlenmesini kararlaştırdı. Türk ordusu, 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz harekâtını başlatarak, 30 Ağustos Başkumandanlık Muharebesi ile Yunan kuvvetlerini Anadolu bozkırında büyük bir bozguna uğrattı…

Türkiye tarihine ilişkin yapılan çalışmalarda “İngiliz Belgeleri” önemli bir yer tutar. Özellikle yakın dönem Türkiye tarihi ile ilgili araştırmalarda bu önemin daha da arttığı gözlenmektedir. 1918-1923 yılları arasında İngiltere’nin Türkiye’de işgalci durumda bulunduğu ve her şeyi kontrol ettiği düşünüldüğünde bu önemin kaynağı daha iyi anlaşılmaktadır. İngiltere’nin resmi arşiv belgelerini hızlı ve kullanılabilir bir şekilde araştırmacılara açmış olması, tarihçilere gösterilen kolaylık ve de İngilizcenin yaygın dil olması nedeniyle İngiliz arşivleri dünyada en çok kullanılan resmi arşiv durumuna gelmiştir. Büyükelçiler ya da Yüksek Komiserler, İngiltere ile Osmanlı ya da Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki her türlü ilişkiyi yürütürken iki ülke arasında meydana gelen olayları geniş bir şekilde rapor etmişlerdir. Bu raporlar günlük, haftalık, aylık ve yıllık olmak üzere farklı dönemler içermekteydi. Elbette gerekli görüldüğünde, söz konusu zaman aralıklarına bağlı kalınmaksızın yazılan raporlar da vardı…

I. Dünya Savaşı sonrası 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Osmanlı Devleti’nin İtilaf devletleri tarafından işgalini kolaylaştıran şartlar oluştu. Mütareke sonrası İtilaf devletlerinin Anadolu’yu işgaline karşı Anadolu’nun farklı bölgelerinde vatan savunması için faaliyetler gerçekleşti. Diğer bölgeler gibi Karadeniz bölgesinde de savunma için Türk-Müslüman cemiyet ve çeteler oluşturuldu. Özellikle Karadeniz bölgesinde Pontusçu hareketlere karşı mücadeleler verildi. Bölgede en etkin rol oynayan Giresunlu Topal Osman Ağa ve çetesi önemli yer tutmaktaydı. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirilmesi, varolan mücadelenin daha da örgütlenmesinde bir dönüm noktası oldu…

Roman, yazarın muhayyilesinde kurgulanan edebî bir eserdir. Yazar, onu vücuda getirirken belgelerden hareket etse dahi ortaya çıkan ürün onun şahsi düşüncelerini ve bakış açısını yansıtır. Ancak edebî eserler, kurgu bile olsa, döneminin toplumsal hayatından izler taşır; yani her roman, yazıldığı dönemin zihniyetini yansıtır. Bu açıdan bakıldığında fiktif/kurgu bir yapısı olmasına rağmen romanları devrin özelliklerini aksettiren doküman gibi değerlendirmek de mümkündür. Bilhassa toplumların hayatında önemli yer işgal eden ve onları derinden etkileyen vakalar, kurmaca metnin dünyasına girerek yazarının muhayyilesinde okuyucusuyla buluşur…

1914 ve 1918 yılları arasında gerçekleşen 1. Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin de dâhil olduğu İttifak Grubunun mağlubiyeti ile sonuçlanmıştı. Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile savaştan çekilmiştir. Askerî ve iktisadi sınırlamalarla dolu bu mütareke Türk topraklarının işgaline zemin hazırlayan bir ateşkes antlaşmasıydı. Nitekim kısa süre sonra başlayan işgal hareketlerine karşı Türk Milleti mücadeleye başlamış ve Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk) liderliğinde İstiklâl Harbi’ni zaferle sonuçlandırmayı başarmıştır. Mondros Mütarekesi’nin maddeleri gereği sıhhiye birliklerinin ve memleket dâhilin-deki menzil hastanelerinin yanısıra Hilâl-i Ahmer (Kızılay) hastaneleri de ya kapatılmış ya da personel ve malzeme sayıları azaltılmış, buralar da görevli olan sağlıkçıların birçoğu da görevlerini bırakmak durumunda kalmışlardır. Görev yaptıkları birliklerin ve hastanelerin lağvedilmesi nedeniyle başka yerlere atanan hekimlerin çoğunun da hiçbir şeyin net olmadığı böylesi bir ortamda görev yerlerine gitmemeyi tercih ettikleri anlaşılmaktadır…

Emperyalizme karşı birçok cephede yapılan Türk İstiklal Harbi’nin, Batı Anadolu’da Yunan Kuvvetlerine karşı sürdürülen bölümü savaşın Batı Cephesini oluşturur. Mustafa Kemal’in liderliğinde kurulan Milli Hükümet, yeni bir bütçe, Ordunun teşkilatlanması ve idarî yapılanma gibi ağır konulara karşı da bir savaş verir. Mucize olarak tanımlamanın abartı olmayacağı Türk İstiklal Harbinin arkasındaki kahramanlıklardan biri de veteriner hekimler ve veteriner hekimliği hizmetleridir. Bu yazı ile Türk İstiklal Savaşının 101. yılında sağlık hizmetlerinin önemli bir ayağı olan veteriner hekimliği hizmetleri üzerine küçük bir katkıda bulunmak amaçlanmıştır…

I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Mondros Mütarekesinin ardından Osmanlı Devleti’nin toprakları sistematik olarak işgal edilmeye başlandı. Mütareke şartları gereğince Osmanlı ordusu terhis edildi ve devletin siyasi varlığının ispatı olan kurumlar İtilaf güçleri tarafından kontrol altına alındı. Böylece Osmanlı varlığı fiilen sona erdi. Mütarekenin ardından Paris Barış Konferansı ile Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesi işgal sürecini derinleştirdi. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgal edilmesi ve Batı Anadolu’da Müslüman-Türklere uygulanan zulüm işgalin kalıcılığını kanıtlar nitelikteydi. Bu süreçte Yunan işgaline karşı bölgede direniş hareketi başladı ve işgale karşı bir tepki olarak Kuvâ-yi Milliye doğdu. Batı Anadolu’da Yunan işgali ve işgalle birlikte başlayan mezalim Batı Cephesini ön plana çıkardı. Düzenli ordu kuruluncaya kadar Kuvâ-yi Milliye bu cephede Yunan işgaline karşı direniş gösterdi…

19. yüzyıldan itibaren dünyada sömürgeciliğin emperyalist bir evreye taşınmış olması ve ekonomi alanındaki küresel dinamik yapı, bu sisteme uyabilen devletler karşısında Osmanlı Devleti’ni açık hedef haline getirmiştir. 20. Yüzyıl itibariyle dünyada uluslararası ticari rekabetle birlikte siyasi ve askeri gerginlikler artmış, Osmanlı Devleti savaşların ardı ardına başladığı buhranlı bir dönem yaşamıştır. Bu savaşlar içerisinde küresel etkileri açısından I. Dünya Savaşı’nın ayrı bir yeri vardır. Kaçınılmaz olarak savaşın taraflarından biri haline gelen Osmanlı Devleti, 1918’in ekim ayında ağır şartlar içeren Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştır…

Çerkesler Osmanlı İmparatorluğu’na sığındıkları günden itibaren Padişah’a bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Milliyetçiliğin güç kazanması ile İmparatorlukta yaşayan kimi milletler özerklik ya da bağımsızlık yanlısı olurken Çerkesler refah düzeylerini artırmayı tercih etmiştir. Ancak bu durum Türk Kurtuluş Savaşı’nda değişmiş, Çerkesler bölünmüştür. Bir grup Çerkes Padişah’a ve hükümetine bağlı kalırken kimi Çerkesler Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer almıştır. Başlangıçta padişaha bağlı hareket eden Çerkeslerden bir kısmı ise daha sonra bağımsız devlet kurma hayaline kapılıp İngilizlerle ve Yunanlarla işbirliği yapmayı tercih etmiştir. Çalışmamızın öznesi olan Çerkesler bu son grupta yer alanlar yani işbirlikçi olan Çerkeslerdir. Büyük Taarruz’un ardından İzmir’de ele geçen ve yine onlar tarafından kaleme alınan kitapçıkta kendilerini milliyet duygularıyla hareket eden Çerkesler olarak tanımlamışlardır. Milliyet duygularıyla hareket ettiklerini söyleyen ama aslında işbirlikçi olan Çerkesler aynı kitapçıkta Çerkes Hükümetini kurduklarını, kuruluş sürecinin İngiliz işgalindeki İzmit’te başladığını, İngilizlerin kenti Yunanlara devretmesi ile oluşumun tamamlandığını da dile getirmişlerdir…

Osmanlı Devleti için, 1918 yılının 30 Ekim gününde imzalanan Mondros Ateşkesi, 4 yıldır süren Cihan Harbi’nin sonunu getirmiş görünüyordu. Ancak Batı, bu savaşı başından beri “hasta adam” olarak gördüğü Osmanlı Devletini ve Türkleri; 1683 yılından itibaren “geldikleri yoldan” geriletme ve ilk girdikleri yer olan Küçük Asya’dan da dışarı atma hayallerinin başlangıcı olarak görmüştü. Bu nedenle de ateşkes sonrası amaçlarına ulaşmak için, her yolu denemeye başlamışlardı. Ateşkesten kısa bir süre sonra, İngiliz Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan 60 parça savaş gemisiyle 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelmişlerdi. Tüm İstanbul basını ertesi günkü sayılarında bu savaş gemileri ve üst düzey komutanlarla gerçekleşen gelişi sayfalarına aktarmışlardı. Bu kalabalık geliş, aynı gün İstanbul’a gelmiş olan ve resmi törenle Haydarpaşa Tren İstasyonunda karşılanan eski Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın da dikkatini çekmişti.

15 Mayıs 1919 günü Türk tarihinin en kanlı günlerinden birisi yaşanmış; o gün sabahın erken saatlerinde İzmir rıhtımına asker çıkaran Yunan ordusu kenti işgal etmeye başladığında büyük bir katliam gerçekleştirmiştir. Kıyıya yanaşan Yunan gemilerinden çıkan Yunan askerleri önce rıhtımda toplanmış; sonra Birinci Kordon üzerinden Konak Meydanı’na doğru yürüyüşe geçmiştir. Yunan Ordusu’nun başında Albay Zafiriu bulunmakta olup, yürüyen birliklerin başındaki Efzun (Evzon) askeri gösteri kıyafetleri içinde elinde büyük bir Yunan bayrağı taşımıştır. Bir işgalin gerçekleşeceğini duyan sivil halktan Müslümanlar ve azınlık gruplar kentin işgalini izlemek durumunda kalmış; bu gösterişli yürüyüş Türk tarafında büyük üzüntü yaratırken, Rumlar sevinç içinde coşkulu gösteriler yapmışlardır. Bu durum devam etmekteyken birden bir silah patlamış ve Yunan bayrağını taşıyan bayraktar alnından vurularak cansız şekilde yere düşmüştür. İlk kurşunu atan kişi olarak adı öne çıkan Gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres), Yunan askerleri tarafından parçalanarak öldürülmüş ancak o ilk kurşun direnişin sembolü olmuştur. Yunan askerleri, kendilerine gelen bir emirle, işgali izlemeye gelmiş olan Müslüman kalabalığın üzerine rastgele ateş etmeye başlamış; yaklaşık yarım saat süren yoğun ateş sonrasında çok sayıda masum Türk Konak Meydanı’nda, Kordon’da, Borsa’da ve Kemeraltı taraflarında öldürülmüştür. Yunan askerleri sivil halka acımasızca ateş etmiştir. Hükûmet Konağı, Sarıkışla ve öteki resmî binalar da ateş altına alınmış ve bir süre sonra buralar işgal edilerek, içeride bulunan siviller ve askerler yaka paça dışarı atılarak bir ölüm yolculuğuna çıkarılmıştır. İşgalin yayılması üzerine benzer katliamlar İzmir’in nahiye ve köylerinde de sürdürülmüştür. Kimi kaynaklara göre bir gün içinde öldürülen insan sayısı 2.000 olup, bir hafta içinde İzmir ve yakın çevresinde öldürülen insan sayısına ilişkin veriler 5.000’i bulmaktadır. Öyle ki aradan haftalar geçmiş olmasına karşın, öldürülen insanların denize atılan cesetleri Göztepe taraflarında kıyıya vurmuştur. Bu kanlı katliam, Anadolu’da ulusal direnişi tetikleyen oldukça önemli bir etki yaratmıştır…

20. yüzyılın başlarında Avrupa halklarının dünyada hâkim bir rol oynamayı sürdüreceklerine inanan Winston Churchill gibi pek çok kimse, Batı’nın tarihi misyonunun, dünyanın diğer halklarının politik kaderlerini çizmek olduğunu ve sonunda bunu tamamlayacağını düşünüyordu. Osmanlı ülkesi de kültürel ve politik olarak Avrupa örneğine göre yeniden biçimlendirilmemiş bölgeler arasındaydı. Zaten yakınçağın başlarından itibaren mütemadiyen toprak kaybeden Osmanlı Devleti, artık dengi bulunmayan süper bir güç olmadığı gibi hâkimiyet sahasını ve varlığını kendi gücü ile koruyabilen bir devlet de değildi. Osmanlı Devleti, bir yandan 19. yüzyılda girdiği ve kaybettiği savaşların yaralarını sarmaya çalışırken bir yandan da gayr-ı Müslim tebaanın isyanlarıyla uğraşıyordu. Gayr-ı Müslimler bağımsızlık talepleriyle isyan ederlerken büyük devletler bu durumu kendi çıkarları için kullanmakta gecikmemişler, Osmanlı tebaası olan gayr-ı Müslimler lehinde reformlar yapılmasını istemeye başlamışlardır...

1919 yılında İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, bu durum 1922 yılına kadar sürmüştür. Birlikte yaşadığı Rum tebaa işgalci Yunan güçleriyle işbirliği yaparak Müslüman Türk halkına büyük eziyetler etmiştir. İzmir ve havalesinde işgal edilen bölgelerde Yunan askerleri Müslümanları öldürme, mallarını gasp etme, taşınır taşınmaz mal ve arazilerine zorla el koyma gibi şenaatler işlemişlerdir. Birçok Türk ve Müslüman unsur sürgüne gönderilmiş, kendi topraklarında muhacir durumuna düşmüştür. Yunanlılar, dışarıdan Batının, içeriden Rumların desteği ile taşkınlıklarını arttırmışlar, Müslüman ahaliye üç yıl boyunca eziyet etmişlerdir. M. Kemal Atatürk’ün komutasında millî ordunun İzmir’i geri almasıyla mezalim son bulmuştur. İşgal yıllarında Türk münevverleri fiili olarak hem işgalin karşısında durmuşlar hem de kalemleri ile İzmir’in işgalini telin eden yazılar kaleme almışlardır. İzmir’in kurtuluşundan sonra da zaferi anlatan eserler yazmışlardır. Bu isimlerden biri de Hüseyin Şevket’tir. Naiplik, kadılık, Cumhuriyet döneminde de hâkimlik yapan Hüseyin Şevket, İzmir’in işgali sırasında Çanakkale’de yayımlanan Örnek gazetesinde, seri halinde, işgali ve yapılan hukuksuzlukları anlatan manzumeler kaleme almıştır. Daha sonra da gazetede tefrika edilen manzumeleri bir bütün halinde 1926 yılında Kara Günlerde adıyla kitaplaştırmıştır...

30 Ekim 1918: Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında Mondros Mütarekesi imzalandı. 6 Kasım 1918: Mondros Mütarekesi’ni takiben Dickson komutasında bir İngiliz savaş gemisi İzmir Limanı’na geldi. İngiliz savaş gemisinin gelişi üzerine İzmir’de “İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kurulması kararlaştırdı. (Cemiyet, daha sonra “İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti” adını almıştır). 14 Kasım 1918: Nurettin Paşa, İzmir’de XVII. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildi. 1 Aralık 1918: İzmir’de İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti resmen kuruldu. 24 Aralık 1918: İlk Yunan savaş gemisi İzmir açıklarında göründü. 30 Aralık 1918: Albay Selâhattin Adil Bey, İzmir’de bulunan XVII. Kolordu Komutanlığı’na ikinci defa tayin edildi. 4 Ocak 1919: İzmir’de Hasan Tahsin (Osman Nevres) tarafından “Sulh ve Selâmet” gazetesi yayın hayatına başladı. 14 Ocak 1919: Bir Yunan kuvveti Trakya’da Hadımköyü’nden Kuleli Burgaz’a kadar bütün demiryolu istasyonları işgal etti. 20 Ocak 1919: Yunan Kızılhaç heyetini taşıyan bir Yunan gemisi İzmir limanına geldi. 26 Ocak 1919: Nurettin Paşa, İzmir’e gelerek valilik görevine başladı. 30 Ocak 1919: Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması kararlaştırıldı.

ARŞİV