Milli Mücadele'nin Batı Cepheleri (II) Savaş yayılıyor:"Sath-ı Müdafaa"

Abdullah Cüneyt Küsmez, Veli Fatih Güven, Cihan Özgün-Semih Çınar, Günver Güneş, Nejdet Bilgi, İbrahim Tavukçu, Ahmet Altıntaş, Deniz Güçer, Levent Ünal, Güzin Çaykıran, Hale Şıvgın, F. Rezzan Ünalp, Sevinç Aliyeva, Turgay Bülent Göktürk, Fahri Kılıç

Dr. Mustafa Çalık (Başyazı)

Bahar Mektubu

Bu sayı ile beraber Millî Mücâdelenin yeni bir safhasındayız; vatanın istihlâsı ve milletin istikbâli uğrunda girişilen uzun, meşakkatli, çileli ve kanlı seferberlikte artık şafak sökmekte, yol görünmekte ve güzergâh seçilebilmektedir:

MAKALELER

Strateji, ilk çağlardan bu yana var olan ve günümüze kadar anlatımında değişiklikler olsa da kuvvet-zaman-mekân ilişkisi bakımından değişmeyen ancak hedef-yöntem-sonuç ilişkisi bakımından değişebilen bir düşünce yapısı olarak harbin, muharebenin ve çatışmanın öncesinde her türlü planlamanın esasını teşkil etmiştir. Tespit edilmesi, icra edilmesi, gerektiğinde değiştirilebilmesi ve yarattığı sonuçlar bakımından kabul edilebilir olması yüksek ve detaylı bir düşünceye dayalı olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu çerçevede her türlü stratejik düşüncede aranan temel husus, tatbik edilebilirliktir. Diğer taraftan her alanda bir stratejik düşünceden bahsedilebilirse de daha çok askeri alanda anlam kazanmış ve kullanılmış olması, bir bakıma tespit edilen stratejilere ulaşmanın önemli bir vasıtası olarak öncelikle askerlerin görülmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü tatbik edilebilir olduğuna karar verilen bir stratejinin gerçekleştirilmesinde mevcut vasıtalardan en önemlisi kara, deniz ve hava gücünü bir arada tutan ordu teşkilleridir. Bu ise stratejinin askeri yönünü öne çıkarmakta ve önemli kılmaktadır. Özellikle farklı siyasi hedefler içermesi bakımından büyük harpler veya tek bir siyasi hedefe bağlı kalması nedeniyle de bağımsızlık harpleri birbirinden ayrı stratejilere sahiptir. Ancak her iki harpte de siyasi hedeflerin gerçekleşmesi için tespit edilen bir büyük strateji ve bunun gerçekleşmesinde birincil önceliğe sahip bir askeri strateji bulunmaktadır.

Bölgesel ve küresel çapta diplomatik oyun kurma yeteneklerini geliştiren İngiltere, özellikle 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren uygulamaya koyduğu Doğu Akdeniz ve Anadolu politikası çerçevesinde, vekâlet unsuru olarak kullandığı Yunanistan’ın sınırlarını genişletme ve bölgedeki etkisini artırması konusuna ağırlık vermiştir. Bu politikanın devamı olarak Milli Mücadele döneminde hayata geçirmeye çalıştığı “Milne Hattı” projesi ise; Batı Anadolu topraklarını Yunanistan’a dâhil etmek için yürütülen tehdit ve işgal içerikli bir diplomatik operasyonudur. İngiltere, bu operasyonda üzerinde etkili bir role sahip olduğu Paris Barış Konferansı Yüksek Konsey’ini bir aracı olarak kullanmıştır. Konseyden “tarafsız bölge oluşturulması” adı altında bir karar çıkarılmasını ve bu göreve de, İşgal Kuvvetleri Komutanı General Sir George Francis Milne’nin atanmasını sağlamıştır. İngiltere’nin General Milne vasıtasıyla yürüttüğü işgali meşrulaştırma girişimi, başta Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının kararlı tutumları, Türk Milleti’nin gösteri ve protesto mitingleriyle ortaya koyduğu tepkileri ve Kuvay-ı Milliye’nin güçlü direnişiyle engellenmiştir

Mondros Mütarekesi’nden sonra Anado-lu’da stratejik açıdan önemli olan yerler İtilaf devletleri tarafından işgal edilmeye başlanmış, Türk ordusuna ait silah ve cephaneler depolarda toplanmış, Türk ordusu iskelet kadrolara indirgenmiştir. Osmanlı Hükümeti’nin işgallere tepkisiz kalması ve devletin askeri sisteminin çökmesi üzerine kaderi ile baş başa kaldığını anlayan Anadolu halkı, yaşadığı toprakları korumak ve hayatta kalabilmek için kendi imkanlarıyla direnişe başlamış, bu durum Kuva-yı Milliye adı verilen hareketi doğurmuştur. Fransa’nın 19 Aralık 1918’de Dörtyol’u işgal etmesi üzerine bölgesel bir tepki olarak başlayan Kuva-yı Milliye hareketi, Yunanistan’ın 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal etmesiyle birlikte ülke sathında karşılık bulan bir hareket haline gelmiştir. Her türlü kaynağını Türk Milleti’nden alan bu örgütlenmenin içinde bürokrat, subay, efe, eşraf ve tüm yılgınlığına rağmen Türk köylüsü de yer almıştır. Böylece Kuva-yı Milliye geniş bir tabana yayılmış ve tüm bu sosyal gruplardan beslenmiştir.

Kuva-yı Milliye’nin tasfiyesi, düzenli orduya geçiş 1920 yılı sonlarına gelindiğinde yaklaşık bir buçuk yıllık bir süreçte fevkalade yararlılık göstermiş olan milli müfrezeler veya geniş anlamıyla Kuva-yıMilliye tabii ömrünü tamamlamıştır. Gediz Taarruzu arkasından düzenli ordu faaliyetlerine 8 Kasım 1920 tarihli İsmet ve Refet Beylere “Süratle düzenli ordu, büyük süvari kütlesi meydana getirmek” emri ile hız verilince, Erkan-ı Harbiye emri ile 2 Ocak 1921’de Kuva-yıMilliye müfrezelerinin faaliyetlerine son verilmiştir. Bu emir tüm Anadolu’ya duyurulmuştur…

Manisa ve yöresinde Yunan işgali 25 Mayıs 1919’da başlamış, yaklaşık bir ay içinde Manisa ve Turgutlu ilçe sınırlarına ulaşmıştır. Bu tarihten itibaren Soma, Akhisar ve Salihli cepheleri oluşmuş ve işgal alanının sınırları 22 Haziran 1920 tarihine kadar, fazla değişmemiştir. Yunan kuvvetleri işgali perçinlediklerine inandıktan ve yeni güçlerle takviye edildikten sonra, yeniden bir işgal harekâtı başlatmış ve 1921 Eylül’üne, yani Sakarya zaferine kadar -kontrol altında tutma güçlerinin çok üstündeki- geniş bir coğrafyayı işgal altına almıştır. Tabii olarak bu yeni taarruzla işgal ettikleri ilk arazi de, Saruhan/Manisa sancağı toprakları olmuştur. Yunanlılar Sakarya yenilgisinden sonraki yaklaşık bir yıl boyunca, ‘bu coğrafyayı nasıl elde tutarım’ sorusuna cevap aramaya çalışmışlardır. Nihayetinde buldukları cevapların hiç birisi çare olamamış ve 26 Ağustos 1922’de başlayan Türk taarruzu karşısında, kaçmaktan ve hezimete uğramaktan başka bir akıbete nail olamamışlardır…

İnönü Muharebeleri Türk İstiklal Har-bi’nin dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır. TBMM Hükümeti’nin askeri varlığının tartışıldığı, siyasal varlığının tehlikede olduğu, Türk milletinin istiklal ve istikbal kaygısı yaşadığı günlerde bu muharebelerde elde edilen başarılarla Anadolu’nun bağımsızlık mücadelesinde yeni bir aşamaya geçilmişti. Ancak bu muharebelerin yapıldığı 1921 yılının başına kadar geçen süre içinde Türk İstiklal mücadelesinin doğuşu ve gelişimi açısından önemli gelişmeler yaşanmıştı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, 30 Ekim 1918’de şartları çok ağır bir ateşkesi, Mondros Mütarekesi’ni kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu ateşkesin bazı maddeleri ile Osmanlı toprakları işgale açık hale getirilirken devletin egemenlik hakları büyük oranda elinden alınıyordu. Ordu tasfiye edilirken ordunun elindeki silah ve cephane de teslime zorlanıyor, savunmasız, İtilaf Devletleri’nin kontrol ve güdümünde yeni bir yapı tesis edilmeye çalışılıyordu. 1918 yılı Kasım ayının başlarından itibaren işgaller süreci başlamış, İngiliz, Fransız, İtalyan ve nihayet Yunanlar tarafından Osmanlı toprakları bir bir işgale uğramıştı…

İtilaf Devletleri Mondros Mütarekesi’nin hemen ardından Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaya başlamışlar bir an önce kendi çıkarları doğrultusunda hazırlamış oldukları barış projelerini uygulamaya çalışmışlardı. İtilaf Devletleri barış projelerini kabul ettirebilmek için güdümlerindeki kuvvetleri de kullanmakta tereddüt etmemişlerdi. Yunan Ordusu da İtilaf Devletleri’nin araç olarak kullandıkları unsurlardan birisini teşkil etmişti. Yunan Ordusu’nun önce İzmir’e çıkması ardından da iki koldan Anadolu içlerine ilerlemesi Mondros Mütarekesi hükümlerinin uygulanmasını hızlandırmak, Türk Milleti’ne diz çöktürmek, Ankara’da faaliyetlerini başlayan Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni etkisiz hale getirmesi bu misyon çerçevesindeydi. Birinci İnönü Savaşı’nda istediği başarıyı kazanamayan Yunan Ordusu belirli bir süre hazırlıklar yapma ihtiyacı hissetmişti…

Birinci Dünya Savaşını İtilaf Devletlerinin kazanmasının ardından Osmanlı Devleti pek çok cephede başarı kazanmış olsa da çok ağır şartlar taşıyan Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır. Antlaşmaya dayanan İtilaf Devletleri 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Osmanlı Devletinin toprakları işgal etmeye başlamıştır. Paris Barış Konferansı’nın ardından bu devletlerin onayını alan Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesi ise tüm Osmanlı coğrafyasından büyük bir infial yaratmıştır. Anadolu bir yandan geleceğini kurtarmak için örgütlenmeye başlarken Kuvayımilliye hareketi doğmuş, Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasıyla ise yeni bir dönem başlamıştır. İstanbul’a dönmesi için yapılan tüm çağrılara karşı 8 Temmuz 1919’da askerlik görevinden istifa eden Mustafa Kemal Paşa’nın yanında vatansever subayların toplanmasıyla Türk milleti topyekun bir var olma mücadelesine girmiştir…

Milne hattında bir yıla yakın bekletilen Yunan ordusu, Sevr Antlaşması imzalanmak üzere Osmanlı Devleti’nin önüne konmadan önce baskı oluşturmak için 22 Haziran 1920’de harekete geçirildi. Düzenli ve üstün düzenli birlikler karşısında yetersiz kalan zayıf Kuvayı Milliye birlikleri Yunan ordusunun Batı Anadolu’yu işgalini önleyemedi. 1920 yılı Ağustos ayına kadar olan sürede Yunan Ordusu kuzeyde Bursa’ya, güneyde Uşak’a kadar ilerledi...

Türbetepe, coğrafi konum olarak bugün Ankara/Haymana ilçesine bağlı Bahçecik köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Askerî coğrafya bakımından ise Türbetepe, 1’inci Yunan Kolordusunun taarruz şeridi içinde ve Batı Cephesi’nin 3’ncü Grup savunma kesiminin sol kanadında bulunup Demirözü Deresi’nin kuzeydoğuya yöneldiği kesimde, 1.335 metre yükseklikte en hâkim bir arazi parçasıdır. Tepe, Demirözü Deresi ile Haymana istikametini açan Yamak(Karşıyaka) Deresi’ne hâkimdir. Ayrıca batıya doğru Çiftetepeler ve Kavak köyü sırtları ile İncesu ve Baraközü Deresi’ne kuzeye doğru Karapınar Yaylası-Ardıç üzerinden Çal Dağı bloku ile sıkıca bağlıdır…ilerledi...

Bazı savaşların ulusal ve uluslararası alanda yarattığı etkiler savaşın kendisinden daha büyük olabilmektedir. Sakarya Savaşı, geniş bir alanda cereyan etmesine rağmen en önemli çarpışmaları Ankara’nın Polatlı ve Haymana İlçesi ile Sivrihisar’da gerçekleşmiştir. Ancak Sakarya Savaşı’nın içerde ve dışarıda yarattığı siyasi, askeri, diplomatik, psikolojik ve sosyal etkileri tarihin seyrini değiştirecek ölçüde çok daha geniş bir etki alanına sahip olmuştur. İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinin yanı sıra Asya ve Afrika’nın birçok bölgesinde derinden hissedilmiştir…

Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918 tarihinde imzalandıktan sonra İstanbul’daki Yeşilköy (Ayastefanos) Tayyare Mektebi ve hava istasyonu, İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilmiş idi. Bunun üzerine Yeşilköy’deki Türk havacı personel ve tayyareler, İstanbul’un Anadolu yakasındaki Maltepe bölgesine taşınmıştı. Resmi hüviyet taşıyan Maltepe Tayyare İstasyonu, Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından Anadolu’da gelişmekte olan Milli Mücadele hareketine karşı da kullanılmak istenmiş olan bir istasyondu. İstanbul’un İtilaf Kuvvetleri tarafından 16 Mart 1920 tarihinde resmen işgal edilmesinden sonra Osmanlı Kuvayı Havaiye Müfettişliğince, 26 Nisan 1920’de Maltepe İstasyonuna komutan olarak tayin edilmiş olan Pilot Yüzbaşı Fazıl, Binbaşı Latif, Yüzbaşı İsmail Hakkı, Sivil Pilot Vecihi (Hürkuş) Bey, Batı Anadolu’da Yunan işgali başladığında bu istasyonda bulunuyorlardı...

Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Yunanistan’ın toprakları ve nüfusu iki katına çıktı. Yunan dış politika doktrininin uygulanması 1920’de Yunanlılara sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun son Avrupa eyaletini değil, aynı zamanda Küçük Asya’daki Türk topraklarının bir kısmını da veren Sevr Antlaşması’nın imzalanmasıyla hızlandı. Rus bilim adamlarına göre, “Yunan politikacılar artık Büyük İdea’yı kontrol etmiyorlardı, aksine idea onları yönetiyordu."

Kıbrıs Adası, her dönemde stratejik, politik ve ticari bakımlardan son derece önemli bir konuma sahip olmuştur. 307 yıl süresince Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde bulunan Kıbrıs Adası, Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ile Megali İdea düşüncesinin temel hedef noktaları arasında yer almış ve uzun yıllar ilhak edilmeye çalışılmıştır. Ada, 1877-78 Osmanlı – Rus savaşını fırsat bilerek Osmanlılara yardım vaadi ile önce geçici olarak, 1914 yılında da Osmanlı’nın kendisine karşı savaşa girdiği gerekçesiyle daimi olarak İngiltere’nin topraklarına katılmıştır. İngiltere’ye devrinden itibaren günümüze kadar da, milli bir dava olarak Türk siyasi tarihindeki yerini korumuştur. Kıbrıs, 1878 yılında idari, 1914 yılında hem idari, hem siyasi ve 1923 yılında ise Lozan Barış Antlaşması’nın getirmiş olduğu yeni şartlar gereği hem idari, hem siyasi, hem de hukuki olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrı düşmüştür…

Türkiye’de modern eğitimin temelleri Tanzimat ve I. Meşrutiyet dönemlerinde atılmaya başlanmıştır. II. Meşrutiyet döneminde milli bir eğitim anlayışı oluşturulmaya çalışılmıştır. Maarif Nezareti bünyesinde kurulan “Meclis-i Kebiri Maarif” ve “Terbiye Encümeni” gibi komisyonlar eğitim konularında danışma kurulu görevini üstlenmiş, eğitime yön verici çalışmalar yürütmüştür. Yine bu dönemde ilk defa eğitimin genel sorunlarının ele alınacağı bir kongre düzenlenmesi tasarlanmışsa da gerçekleştirilememiştir. I.Dünya Savaşının ağır koşullarına rağmen fedakâr eğitimciler sayesinde eğitim öğretim faaliyetleri sürdürülmeye çalışılmıştır. Mütareke döneminde vatansever öğretmenler millî mücadeleye destek vermekten kaçınmamışlardır. Özellikle İzmir’in işgalinden sonra İstanbul’da ve Anadolu’da düzenlenen protesto mitinglerine etkin olarak katılmışlar, Erzurum ve Sivas Kongresinde delege, TBMM’de de milletvekili olarak görev yapmışlardır…

ARŞİV