16 Nisan halkoylaması, süreci, sonucu, getirdikleri itibariyle en önemli oylamalardan biri olarak siyasi tarihimizdeki yerini aldı. Bundan sonra siyasetin şekillenme biçimi daha farklı bir hal alacak, buradaki performansın unsurları değişecek, kararın, Türkiye siyasetine ve elbette daha derindeki sosyolojisine yapacağı katkı hepimize bir istikamet çizecek…
Bahar Mektubu
Üzerinden iki ayı aşkın bir müddet geçmiş olsa da 16 Nisan Referandumu siyasî-toplumsal gündemimizdeki yerini korumaktadır. Artık, “yeni” değil, ama çok farklı bir Anayasa’mız var. YeniAnayasa metni ile birlikte Devletin “esas teşkilât hukuku”nda meydana gelen değişiklikler, adını tam ve doğru olarak koymakta hayli zorlandığımız yeni bir “sistem” getirmiştir.
MAKALELER
Adına halk oylaması dediğimiz referandum, 16 Nisan 2017 tarihinde Pazar günü yapıldı. Yüksek Seçim Kurulu Kararı ile resmileştirilen rakamlara göre kayıtlı seçmenin yüzde 85.43’ü oy kullandı. 48 milyon 936 bin 604 geçerli oyun yüzde 51,41’e tekabül eden, 25 milyon 157 bin 463’ü “evet”; yüzde 48,59’a tekabül eden 23 milyon 779 bin 141’i “hayır” tercihi olarak sandıklarda tebarüz etti. Halk oylamasının akabinde CHP, referandumun meşruiyeti sorununu bir süre gündeme tuttu. Daha sonra, 2019’da “kim aday olsun” tartışması başlattı. Bu arada da referandumla gerçekleştirilen değişiklikler uygulamaya geçmeye başladı. HSYK üyeliği süreci işlemeye başladı. Üyelik süreciyle ilgisinin olup olmadığı zaman içinde açığa çıkacaktır ama çok değerli bir başsavcıyı trafik kazasında kaybettik. Bu yazı yayınlandığında, muhtemelen, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, Cumhurbaşkanı ünvanı ile siyası parti genel başkanlığı ünvanları yan yana yazılacak. Müttefikimiz ABD, Türkiye için en büyük tehlike arz eden terör örgütlerini ağır silahlarla donatıyor. Şırnak’ta PKK operasyonunda terör örgütünün elinde bulunan bir Rus füzesi ele geçti. Almanya FETÖ terör örgütü mensubuna açıkça kollarını açtı v.s. Kısacası hem içerde hem de dışarda referandumun doğrudan ve dolaylı pek çok sonucu olmaya başladı, daha başka da pek çok sonucunu göreceğiz…
Türkiye, siyasî hayatına damgasını vuran bir halk oylamasını daha geride bıraktı. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum, gerek kampanya sürecinde yaşananlar, gerek sonuçları itibariyle birçok gelişmeye ve sürprize açık bir zemin meydana getirdi. 18 maddelik Anayasa değişikliği teklifinin Meclis’te kabulü sonrası Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında gerçekleştirilen halk oylaması, kuşkusuz Türkiye’nin, özellikle siyasî alanda uzun bir süredir talepkâr olduğu Türk tipi başkanlık sisteminin ve birçok ihtiyacın karşılanmasına yönelik bir girişimdi ve şimdiden ülkenin siyasî hafızasında muhtemel getirileri ve götürüleri ile yerini aldı.
Mevcut tartışmalar veya kimi ihtiyaçların karşılanıp karşılanamadığı, alınan kararların doğru mu, yanlış mı olduğu başka bir tartışma konusu. Biz burada Evet ve Hayır blokları üzerinden karşılaştırmalı bir okuma yapmaya çalışarak referandumun muhtemel sonuçları üzerine serin kanlı bir değerlendirmede bulunmaya çalışacağız. Evet blokunu ağırlıklı olarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ) ile ona en büyük desteği veren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oluştururken, Hayır blokunda da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) bulunmaktaydı. Biz de seçmen davranışını ve vermeye çalıştığı mesajları bu partilerin kendi aralarında kurdukları bloklar üzerinden (tablolar eşliğinde) 1 Kasım 2015 ve 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri ile karşılaştırarak okumaya çalışacağız. Ama daha öncesinde 16 Nisan’da gerçekleştirilen halk oylamasının ehemmiyetinin anlaşılması için kısaca da olsa Türkiye’nin referandum tarihini gözden geçirmekte fayda var…
“Devlet” Kelimesi Üzerine İkinci Deneme (“Mülk”, “Dırjava” ve “Gosudarstvo” Kelimeleri Hakkında Bazı Düşünceler)
Bu makale, Türkiye Günlüğü dergisinin 2017 Kış sayısında yayınlanan “‘Devlet’ Kelimesi Üzerine Bir Deneme” başlıklı makaleme ek nitelikte bir küçük makaledir. Söz konusu makalem yayınladıktan sonra iki okuyucumdan gelen sorular üzerine bu makaleyi yazma ihtiyacını hissettim. Eğer bu sorular, asıl makaleyi yazarken aklıma gelseydi, bu ek makalede yazdıklarımı asıl makalede yazardım. Şimdi bunu birkaç hafta gecikmeyle yapıyorum.
Bu makale hâliyle ilk makalenin devamı niteliğindedir. İlk makaleyi okumayanlara, bu makaleyi okumadan önce, ilk makaleyi okumalarını tavsiye ederim…
Son çeyrek asırlık tarihimizin münakaşa götürmeyecek bir şekilde en önemli toplumsal aktörlerinden biri (F. Gülen), askerî bir darbenin faili oldu. Müşevvik, müzâhir değil bizatihî fail. Üstelik barış, diyalog, hoşgörü gibi temaları yoğun bir şekilde kullanırken, ilişkilerinde bunlara dikkat ettiği izlenimi verirken, çevresine bunun telkinini yaparken tercihini değiştirdi. Bu fikirlerin uzun süre yayıcısı bir topluluğun içinden, toplumsal hayatımızın her parçasına girmişken, her çeşit meşru, legal organizasyonu kurmuşken son kertede içinden bir suç örgütü de çıkardı. Türkiye’de askerî darbe karşıtı kamuoyunun yayınlarıyla en hararetli parçası olan bir kesim, kendi eylem biçimleri arasına bir darbeyi de dahil etti...
Dilimizde tüy bitti. Bir ceza yargılaması tedbiri olan tutuklama ile ilgili kitap ve makale yazmaktan artık usandım, ancak gün geçmiyor ki bu ceza yargılaması tedbiri ile ilgili sorun, eleştiri ve memnuniyetsizlik çıkmasın. Elbette hukukta, yargıda ve adalette herkesi mutlu etmek mümkün değil, o nedenle deriz ki, hukukta, yargıda, düzende ve adalette yüzde yüz mutluluk Pozitif Hukuk kuralları ve bunların tatbiki ile sağlanamaz. Önemli olan ise; Pozitif Hukuk kurallarının tatbikinde etkin hukukilik denetimini öngörmek, hatalı uygulamalara karşı insanları çaresiz bırakmamak, esas olarak da hukuk güvenliği hakkının herkes için yaygın, istikrarlı ve eşit şekilde korunduğunu gösterebilmektir…
Kanun nedir ve kimi bağlar? Bu sorunun cevabını vermeden evvel, Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti” ilkesinin ne olduğunu bilmek gerekir. “Hukuk devleti” ilkesi; hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfî yetki kullanımına izin vermeyen, işlem ve eylemlerinin hukukîlik denetimine tâbi tutulmasını engellemeyen devleti anlatır. Hukuk devletinde “normlar hiyerarşisi” geçerlidir. Alt sırada bulunan norm, üst norma aykırı olmamalı ve üst normu gözardı ederek uygulama yapılmamalıdır…
Kanun nedir ve kimi bağlar? Bu sorunun cevabını vermeden evvel, Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti” ilkesinin ne olduğunu bilmek gerekir. “Hukuk devleti” ilkesi; hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfî yetki kullanımına izin vermeyen, işlem ve eylemlerinin hukukîlik denetimine tâbi tutulmasını engellemeyen devleti anlatır. Hukuk devletinde “normlar hiyerarşisi” geçerlidir. Alt sırada bulunan norm, üst norma aykırı olmamalı ve üst normu gözardı ederek uygulama yapılmamalıdır…
Cevap aranabilecek pek çok soruya rağmen Dersim’i konu alan çalışmalar çoğunlukla 1937 ve 1938 yıllarında gerçekleşen askeri operasyonlar ile sürgünleri/zorunlu göçleri konu alır. Bu çalışmaların genel eğilimi, o dönemden bugüne ulaşan sınırlı sayı ve içerikteki belgeler ile sözlü anlatım çalışmaları üzerinden analizler yapmak şeklindedir. Bu çalışmada bahsi geçen eğilimin ötesine geçerek Dersim Olayları literatürdeki meşruiyet kazandırma çabaları üzerinde durulacak ve bunlar eleştirilecektir. İkinci olarak da 1937-38 yıllarında Dersim’de yaşananlara dair bir açıklama denemesi sunulacaktır. …
1502 yılının baharında Tebriz’deki Hasan Padişah Camisi’nde toplanan cemaat biraz sonra okunacak olan Cuma hutbesini korkuyla bekliyordu. Şehrin ileri gelenleri, eşrafı, ayanı, zengini, fakiri, camiye sığabilen herkesin gözü minberin ilk basamağında elinde yalın kılıç dikilen ve keskin gözlerle cemaati izleyen on altı, on yedi yaşlarında beyaz tenli, ince bıyıklı gencin üzerindeydi. Cemaatin arasında da tıpkı onun gibi yalın kılıç ayakta duran ve kıpırdayacak ilk kişinin başını vurmaya hazır bekleyen kişiler duruyordu. Hepsinin başında etrafı beyaz destarla sarılmış kızıl renkli başlıklar vardı. Ahali bunlara Kızılbaş diyordu ve aslında bu tabir onlar için yeni değildi. Kızılbaş, Şeyh Haydar’dan beri onun müritlerine takılan bir sıfattı. Minberin ucunda duran delikanlı da Haydar’ın küçük oğlu İsmail’di: Şeyh İsmail. Henüz 17 yaşındaydı ve müritleri onun bir işareti ile canlar almaya ve canlar vermeye hazırdılar…
Osmanlı Macaristanı’nda Beylerbeyi olmak: Uzun İbrahim Paşa’nın Budin Beylerbeyliği
1541 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na katılan Macaristan topraklarında Budin merkezli yeni bir eyalet oluşturulmuş ve bu eyalet bir beylerbeyinin idaresine verilmiştir. Budin beylerbeyliği çok zor bir makam olmakla birlikte aynı zamanda nüfuzlu ve itibarlı bir mevkiydi. Çeşitli yetkilerle donatılan beylerbeylere XVI. yüzyıl sonlarına doğru vezirlik payesinin yanında ayrı bir divan da verilmiş, merkezdeki işleri ayrı siyasi temsilciler vasıtasıyla görülmüştür. Servet, arazi ve itibar sahibi olarak Budin beylerbeyleri, adeta kendilerini Avusturya kralı ile aynı ayarda görmüş, onlardan saygı beklemişlerdir. Beylerbeylerin bu statüleri değerlendirildiğinde Budin muhafızlığı için istekli olmaları ve bu makamı gönüllü bırakmayışları daha iyi anlaşılabilir…
Bu makale, Sultan II. Abdülhamid’e hitaben yazılmış, Tezkire-i Ulema: Ulema-yı Arabın Hilafet Hakkında Şer’i Mübin ve Ahbar-ı Sahihadan İktibasları ve Damad Mahmud Celaleddin Paşa’dan Sultan Abdülhamid Han Sani’ye Mektub başlıklı muhalif Osmanlıca bir risaleyi-metin neşri ile birlikte- irdelemeyi gaye edinmiştir. On beş sayfadan ve iki kısımdan –Tezkire ve Mektub- mürekkep metin, 1316 senesinde o sıralar İngiliz idaresindeki Mısır’da, Matbaa-i Osmaniyye’de basılmıştır. Bu metin çok popüler olmamakla beraber, Jön Türk tarihçiliğinde kullanılmış bir metindir, çalışmamız Mahmut Celaleddin Paşa’yla ilgili Osmanlı arşiv malzemesinden de istifade ederek Tezkire ve Mektup’un Jön Türk politik söylemi içinde daha geniş bir okumasını yapmak gayretindedir...
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, büyük bir zenginliği ve güçlü müttefikleri olan Katar ile kavgaya başladıklarına çiğneyebileceklerinden daha büyük bir lokmayı ısırdılar.
IŞİD’e ve onun selefi olan El-Kaide’ye karşı savaşın Ortadoğu’daki biricik oyun olmadığı artık bâriz hale gelmiştir. Teröre karşı savaş, aslında çoğu zaman büyük bir oyunun sadece küçük bir parçasıdır…
-
154( Bahar 2023)
2023 Seçimleri:Yarış ve rekabet mi,savaş ve husûmet mi? -
153( Kış 2023)
Mondros'tan Lozan'a (mütâreke, konferans, i’tilâfnâme ve muâhedeler...) -
152( Güz 2022)
Karadeniz'de Milli Mücadele -
151( Yaz 2022)
Milli Mücadelenin Batı Cepheleri (III) -
150( Bahar 2022)
Milli Mücadele'nin Batı Cepheleri (II) Savaş yayılıyor:"Sath-ı Müdafaa" -
146( Bahar 2021)
İstiklâliyetlerinin 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri -
145( Kış 2021)
100. Yılında Milli Mücadele'nin Güney Cepheleri -
144( Güz 2020)
Milli Mücadelenin Doğu Cephesini Hatırlamak -
143( Yaz 2020)
Doğu Türkistan Türkiyedir. -
142( Bahar 2020)
TBMM 100 Yaşında - 1920/2020 -
141( Bahar 2020)
Yangın Yeri Düşünceleri -
140( Sonbahar 2019)
Siyaset ve Tarih Yazıları -
139( Yaz 2019)
Yargı Reformu, Hukuk, Siyaset, Tarih ve Aktüalite... Fikirler, Görüşler ve Tartışmalar. -
138( Bahar 2019)
Bir asır sonra 1919 sürecinden kesitler -
137( Kış 2019)
Gün Ortasında Karanlık - Doğu Türkistan'da Çin Nazizmi -
136( Sonbahar 2018)
BİRİNCİ CİHÂN HARBİ - 100 YIL SONRA HARB-İ UMUMİYİ YENİDEN TARTIŞMAK -
135( Yaz 2018)
24 Haziran 2018 Siyaset Tarihimizin Yeni Miladı - Ne oldu?, Nasıl oldu?, Ne olacak? -
134( Bahar 2018)
Ortadoğu...Siyasetin akaid'e, akaidin saltanata, düşüncenin keramete, cinayetin ibadet'e inkılabı... -
133( Kış 2018)
Milletlerarası rekabet nazariyât ve tarih yazıları... -
131( Yaz 2017)
Zihniyet, cemiyet, siyaset, tarih...Fikirler, görüşler, tartışmalar. -
130( Bahar 2017)
16 Nisan Halkoylaması Yeni Bir Yol Haritası mı? -
129( Kış 2017)
16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu -
128( Güz 2016)
2016 Aralığında TÜRKİYE -
127( Yaz 2016)
15 Temmuz -
126( Bahar 2016)