Fatih M. Şeker, Cengiz Anık, Murat Beyazyüz, Mustafa Çalık, Murat Ercan, Rasim Bozbuğa, Mustafa Tanrıverdi, Ender Korkmaz, Servet Mutlu, M. Hakan Yavuz, Hatice Sevgii Zengin

Dr. Mustafa Çalık (Başyazı)

“Jön Türkler”den“Jön Müslümanlar”a

1860’larda Yeni Osmanlılar’la başlayan aydın muhalefeti, 1870’lerden itibaren “Jön Türklük” adı ile anılmaya başlanmıştır. 1889’da mı, yoksa 1890’ların başlarında mı kurulduğu hâlen tartışmalı olan Osmanlı Te-rakki ve İttihad Cemiyeti 1900’lerin başların-da önce kendi içinde bölündü. Ahmet Rıza Bey’in başını çektiği Merkeziyetçi idareden yana olanlar ve Prens Sabahattin’in liderli-ğindeki Adem-i merkeziyetçiler... Bilahire Merkeziyetçi kanadın, Selânik’te Talât Bey’in kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile bir-leşerek İttihad ve Terakki Cemiyeti ismini al-masından sonra bu Cemiyet etrafında sefer-ber olan muhalif unsurlar, daha çok “İkinci Jön Türk Nesli” diye sıfatlandırılırlar.

MAKALELER

“Bir harı var ki kendiden mollâ/Koltugında Mutavvel’i görinür”. (Nef’î). “Beş-on kişi bir mecliste otururlar. İçlerinden birisi kalkar gider. Arkasından hepsi birden onu fasl ederler/çekiştirirler. Sonra biri daha gider, onu da öyle faslederler. Üçüncü dördüncü dahi gider, hep böyle faslolur. Sonra bir insaflısı, ben de kalkıp gideceğim ama beni de fasl edersiniz diye gidemiyorum der”. (Kethüdâ-zâde Ârif Efendi). Hocalıkta çeyrek asra yakın bir zamanı doldurdum. Mümkün mertebe zamanımı insanların değil kitapların arasında geçirdim. Gördüğüm manzara şudur: Talebenin karakter hamurunu yoğurma noktasında ortaokul ve lise hocalığı, öğretim üyeliğinden daha mühimdir; zira seleflerimizin de ifade ettiği gibi “üniversite lise sınıflarında başlar. Lise bir medeniyetin muhassalasıdır”. Eğitim hayatımızın şahsiyet öğüten bir değirmen gibi çalıştığını inkâr etmek mümkün değildir. Talebelik hocanın rahle-i tedrisine kabul alındığı zaman bir kıymete sahiptir. Bunları ciddiye ve dikkate alan kimseler artık yok hükmüne girdiğine göre mevcut şartlarda hocalık veya talebeliğin ömrünü tamamladığı, okulların büyük ölçüde ilim ve irfan ocağı olmaktan çıktığı bir gerçektir. Üniversiteler artık terbiye, ilim ve irfan değil diploma veren müesseseler hâlini almıştır diyen filozof maatteessüf haklıdır. İlim ve irfân âleminde kötüler köpr’olsa üstünden geçmem/taşkın suya uğradırım yolumu diyen Karacaoğlan’a yer yoktur. Bu şikâyet değil hikâyettir. O hâlde ulan ha sen o ha o; çingene evinde musandıra deyip geçelim…

Commonwealth tanımı zamanında, güneş batmayan imparatorluklar için kullanılmış ama biz, bu kavramı, “Küresel Modernite”yi tanımlamak niyetiyle kullandık. “Müslüman Commonwealth” tabirini ise, alternatif bir dünya tasarımını tanımlamak amacıyla, Batı bilim ve düşüncesinin sorgulandığı görüşleri dile getirdiğimiz başka bir yazımızda kullanmıştık. Söz konusu yazıda, Müslümanlar bir birlik oluşturup; ekonomik, siyasal ve sosyo kültürel boyutlarda uluslararası işbirlikleri gerçekleştirdiklerinde, kavramın tam da özgün anlamına uygun olarak, ortak bir zenginliğin sahibi olabileceklerine dikkat çekmek istemiştim. Bu yazımızda, proje olarak, böyle bir tasarımın belirli bir potansiyel içerip içermediğini görmeyi deneyeceğim. Bu vesileyle bir de itirafta bulunmam gerekir: Bu yazı, ideolojik olarak nerede durduğumun, omurgamın gösterilmesi açısından, benim için ayrıca önemlidir. Elbette aynı zamanda, heves ve hedeflerime dair izler taşıdığını da söylemem lazım...

Türkiye’de aydınlar halktan uzaktır! Bu ifade ülkemizde o kadar sık dile getirilmiştir ki artık bütün aydın tartışmalarında bir şekilde bu cümlenin sarf edileceğini önceden tahmin etmek hiç de zor değildir. Türkiye’de entelijansiyanın ilk nüvelerinin ortaya çıkmasıyla neredeyse eş zamanlı olarak bu eleştiri de dile getirilmiştir ve aradan geçen bir asrı aşkın zamana rağmen hala çok mühim bir tespit edasıyla ağızlarda dolaşmaktadır. Aydınların halka nüfuz edemeyişinde ve aydınların rehberliğinde toplumsal bir aydınlanma ve terakkinin gerçekleşmeyişinde hep aydınlar ile halk arasındaki mesafe sorumlu tutulmuştur. Bir asır kadar önce Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Ahmet Rasim gibi isimlerin dile getirdiği bu mesafe sorunu bugün de sık sık dile getirilmekte, hatta aydınların halktan uzak oldukları için ağır biçimde tenkit edilmeleri halk nezdinde de hoşnutlukla karşılanmaktadır. Zira böyle bir eleştiri toplumsal terakkinin gecikmesinde halkı mesuliyetten azat ederken tüm sorumluluğu aydına yüklemek gibi bir ima barındırmaktadır. Türkiye’de toplumsal terakkiyi neyin engellediği veya geciktirdiği ile ilgili kafa yoranlar bir asırdır bu mesafe sorununu ileri sürüyor ve bu sorun yine de varlığını sürdürüyorsa konu üzerinde daha farklı bir düşünce kanalından akıl yürütmek gerektiğini söyleyebiliriz. Belki de asıl sorun aydınlar ile halk arasındaki mesafe değildir…

Son iki yüzyıllık tarihimiz 1804 yılındaki Sırp isyanından başlayarak büyük ölçüde etnik sorunlar ve açılımlar tarihidir. Karşılaştığımız etnik sorunlar ve yaptığımız önemli açılımları 1816 Sırp açılımı (I. Açılım), 1839-1876 Tanzimat ve Islahat dönemi açılımları (II. Açılım), 1878 Ermeni açılımı (III. Açılım), 1908 İttihat ve Terakki açılımı (IV. Açılım) ve 2009 Kürt açılımı (V. Açılım) olarak sıralayabiliriz. Bu açılım projeleri dayandıkları temel felsefe, etnik sorunun sebeplerine ilişkin açıklamalar, çözüm önerileri ve uygulanma biçimleri hatta sonuçlarında birbirinin tekrarı denilebilecek benzerlikler göstermektedir. Diğer taraftan etnik hareketlerin ulaştıkları sonuçlar ve uyguladıkları stratejiler de birbirine çok benzemektedir. Bu bağlamda bu çalışma bahsedilen beş açılım projesinin birbirine benzer yönlerini ortaya koyarak yeni bir açılım paradigması inşası lüzumunun altını çizmeyi hedeflemektedir…

Kafkasya’ya olan ilgisini, XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren onu ele geçirme avantajına dönüştüren Rusya, bölgede kalıcı olmak için sağlam bir idari yapılanmaya gidilmesi gerektiğinin bilincindeydi. Bu bilinç, daha önceki süreçte Kazan, Astrahan ve Kırım’da yaşanan tecrübeler sonucunda oluşmuştu. Rusya, artık Müslüman nüfusun da yoğun olduğu bir imparatorluk halini almıştı. Bu anlamda Kafkasya’nın nüfus yapısı, bölgenin elde tutulmasında yönetimsel çözümü zorunlu kılıyordu. Bu çözüm, oldukça zor gerçekleşti veya tam anlamıyla gerçekleşemedi. Kafkasya’nın kendine özgü yapısı ve zorlukları nedeniyle Çarlık Rusyası, 1801’den 1840’a kadar yönetimsel anlamda merkez ile bir bütünlük kurmayı başaramadı. Sonraki süreçte kurulmaya çalışılan bütünlük ise sekteye uğradı ve yeni çözüm mekanizmaları devreye girdi…

19’ncu yüzyılın 20’nci yüzyıla bağlandığı zaman dilimi Türk Tarihi’nin belki de en hareketli dönemidir. Siyaseten Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılı anlamdaki Türk Modernleşmesi kendine has doğası ve gelişim çizgisi içinde, özellikle bahsedilen tarihlerde alışıldığın ötesinde ivme kazanmıştır. Teknolojinin gelişmesi ile günlük ve siyasi hayat hızlanmış, daha önce gerçekleştirilmesi yılları alan işler, günler içinde yapılmaya başlamıştır. Günlük hayatı değiştiren hız Osmanlı-Türk tarihinde de kendini göstermiştir. I. Meşrutiyeti izleyen yüzyıl içinde yaşanan olaylar nitelik ve nicelik bakımından Türk tarihinin en önemli sayfalarını teşkil edecek kadar yoğunluk kazanmıştır. 93 Harbi, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, I. ve II. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve nihayet Milli Mücadele’nin yaşandığı bu yüzyılda iktidar değişiklikleri rejim değişikliğine tahvil olmuş, bir milletin kaderi ve geleceği büyük bir dönüşüm yaşamıştır…

Üstyönetim; rektör, dekanlar ve bölüm başkanları, dünyanın en iyi üniversitelerinde atama ile göreve getirilirken, Türkiye’de kamu üniversitelerinde temelde seçime dayalı bir yöntemle belirlenmektedir. Deneyime bakıldığında seçim sistemi hizipleşmeye yol açmakta, kişi ve grup yararı ön plana çıkmakta ve toplam kurum etkinliği açısından optimal altı bir durum doğmaktadır. Topluluğa katılımın kişinin kontrolü dışında olduğu bir toplumda üst yönetimin oluşturulmasında seçim, periyodik olarak seçmene hesap verme demek olduğundan, etkin bir sistem olmasına karşın, katılımın gönüllü olduğu ve hiyerarşik yapıdaki üniversitede seçim aile içi evlilik gibi optimal altı durumlara ve yeniliğe kapalı davranışlara yol açmaktadır. Üniversitede üstyönetim oluşturma sistemi asıl-vekil sorunu çerçevesinde analiz edildiğinde, seçim yönteminde asıl yerine vekilin, üniversite yöneticilerinin, çıkarlarının daha baskın olduğu bir durumun ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olduğu görülmektedir...

Ermenistan’ın soykırım yalanlarını topladığı “Soykırım Müzesi”nin resmî web sayfasında Talât Paşa’nın katili Soghomon Tehlirian hakkında geniş bir açıklama var. Resmî sitede yer alan bu açıklama Ermenilerin soykırım anlatısının nasıl büyük bir düzmece üzerine inşa edildigini bir kez daha ortaya koyuyor. Resmî sitede, Tehlirian’ın soykırım esnasında bacılarının tecavüzüne ve aile üyelerinin Türk haydutları tarafından öldürülmesine şâhit olduğu yazılı (“During the Armenian Genocide he witnessed the rape of his sisters and brutal killing of all his family members butchered by the Turkish gangs.”) Tehlirian’ın oğluna göre ise babası 1915 olaylarında Anadolu’da değil Sirbistan’da ve daha sonra Andranik Ozanian komutasındaki Ermeni birliklerinde savaşmak icin Kafkasya’ya gidiyor...

Antik Yunan siyasal düşüncesinde sanat ile siyaset ilişkisi Atina filozoflarının düşünceleri üzerinden kurulabilir. Sanatın gerçeklik estetik haz ve de siyaset ile ilişkisi meselenin ana çatısını oluşturur. Tartışma ilk olarak sanat yansıtma/kopya mıdır gerçek midir meselesine odaklıyken daha sonra sorunun ekseni sanatın siyasal eğitimdeki rolüne kayar. Bu uğrakta Platon ön plana çıkarken Aristoteles ile devam eden tartışma Poetika’da şekillenir. Aristoteles Poetika ile estetik kuramının kurucu figürlerinden biri olarak karşımıza çıkar ve katharsis kavramı ile kurama katkı sağlar. Antik Yunan kamusallığı içinde katharsise imkan veren tragedyaların rolü sanat ile siyaseti birbirine eklemleyerek demokratik hayatın analizi için iyi bir zemin oluşturmaktadır. Demokratik hayatın kamusallığı mekan ve metin düzeyinde tiyatrolardan okunabilir. Sanatın eleştirelliği ile demokratik hayatın eleştirel düşüncesi ortak zemini oluşturur. Estetik kuramının felsefi arka planı olarak Antik Yunan düşüncesinin değerlendirilmesi eleştirel ve demokratik kamusal alanın anlaşılması adına önemlidir…

ARŞİV